Şıpıdık Terlikler Kapadokya'da


Kapadokya, güzel atlar diyarı...


Nevşehir'liyim fakat çocukluğumdan bu yana pastalı, gazozlu düğünler dışında memleketimi görme fırsatım olmadı. Evet, bu durum utanç verici! Yıllardır merak ettiğim ve ancak bu yıl gitme fırsatı bulduğum Kapadokya seyahatimi gecikmeli olsa da yazabildim.


Adettendir, hikayemi oluşturmadan önce Kapadokya ile ilgili bilgiler paylaşayım. Kapadokya, 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla bu büyüleyici görünüme kavuştu.


Hititlerin de yaşadığı bu topraklar daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri oldu. Kayalara oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun baskısından kaçan Hristiyanlar için devasa bir sığınak görevi görüyordu. Kapadokya bölgesi deyince, başta Nevşehir olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölge aklımıza gelebilir. Yeterince bilgilendiniz. Şimdi dinlemeye hazırsınız!






Her zamanki tatil grubumuza ek olarak eşimin teyzesi de bu seyahatte bizimleydi. Enerji olarak hepimizden daha genç olan Nezahat teyze (Nezo olarak kısaltılacaktır) , Kapadokya'da neşe kaynağımızdı.


Gece tur otobüsü ile yola çıkan İstanbul tayfası ile sabaha karşı Ankara, Söğütözü'nde buluştuk ve Nevşehir'e doğru yol aldık. Yolda verilen kahvaltı molasında herkes yemek ve tuvalet için birbirini ezerken, ben Jale'nin yeni aldığı telefona koruyucu jelâtin kapladım.


Kısa süren bir gece yolculuğundan sonra peri bacaları bize günaydın dedi. İlk defa peri bacası gören bizler koştura koştura her peri bacasının önünde fotoğraf çektirdik.


“Peri bacaları adını bir rivayete göre şu hikayeden almıştır. Zamanında periler ve insanlar bir arada yaşıyor iken bir peri kızına aşık olan insanoğlu, peri padişahının kızını kaçırır. Peri padişahı çiftimizin peşine askerlerini yollar ve bir noktada çiftimizi sıkıştırırlar. Peri padişahının kızı, sevdiği ile ayrılmamak için dua eder ve o noktada taş kesilir” dedi rehberimiz.


Bu hikayeden pek etkilenmemiş olan bizler yolda gördüğümüz dal parçalarına dahi bir hikaye uydurduk. Gülmeye her daim hazır olan Jale için bir kıvılcım yeterliydi;


F- Bak ağaç prensesi sevdiğine kavuşamamış, kurumuş dal olmuş.

J- Hahaha.  Yeter hacı sus. (Evet, Jale’nin tarzı bu)




Peri bacalarına doyamadan Asmalı Konak'ın da bulunduğu Mustafa Paşa Köyüne ulaştık. Asmalı Konak hali hazırda otel olarak işletilmekte ve ziyaret ücretli. Rum mimarisinin hakim olduğu köyde bir de küçük kilise var. Pınar her gördüğü kediyi havaya atıp tutarken ve bu esnada poz verirken, biz de köyü bir saat içinde dolaşıverdik.


Sonraki durağımız ödüllü şaraplarıyla ünlü Turasan şarap fabrikasıydı. Fabrikada üzümler ve şarap yapımı hakkında detaylı bir anlatım yapıldı. Mahzenleri gezdik, anlamsız fotoğraflar çektik ve fabrikadan ayrıldık.


Devrent vadisine ulaştığımızda her yerde olduğu gibi peri bacaları bizi karşıladı. Bu bölgenin özelliği ise burada bulunan peri bacalarını hayal gücünüzü zorlamadan değişik şekillere benzetebilmeniz.




Yok deve dediğinizi duyar gibiyim, evet bu bir deve.





Beni en çok etkileyen yerlerden birisi ise Paşabağ vadisi oldu. Keşişler için bir barınma bölgesi olan vadi etkileyici bir atmosfere sahip. Mutlaka gidin, yapmadan dönmeyin başlıklı gezi yazıları vardır ya, Paşabağ vadisi için de bir tane yazılabilir. Ama yazmıyorum, çünkü siz anladınız Paşabağ vadisinin ne kadar güzel bir yer olduğunu.




Çavuşin’deki Seramik Atölyesini gezdikten sonra Çavuşin köyüne uğradık. Buradaki peri bacaları olağanüstü güzellikte. Buradaki yerleşimi, yaşayan insanları hayal etmek, o tarihi havayı yaşamak güzeldi.


Otele yerleşme hikayemiz ise oldukça eğlenceliydi. Kalacağımız odalar giriş katta bir oda ve birinci katta iki oda olarak belirlenmişti. Hangi odayı seçeceğimizi tartıştık ve tartışmanın sonunda giriş kattaki oda pek rağbet görmedi. Nezo teyze giriş katta biz kalırız dedi ve odalarımıza yerleşmeye başladık. Herkes odasına yerleştiğinde ise acı gerçeklerle yüzleştik. Giriş kattaki oda suit olarak düzenlenmiş, jakuzi ve bilumum konforun bulunduğu bir odaydı.


Dileyenlerin balon turuna katılabileceğini duyuran rehbere dileyen değil dinlenen olacağımızı bildirdik. Gün doğumu ile başlayan bir aktivite için oldukça yorgunduk.


İkinci günün sabahına keyifli uyandık. Otel odası kayadan oyma duvarları, pofuduk yastıkları ile bizi büyülemişti. Kahvaltıya indiğimizde Jale’nin tabağına bal ve kaymak istiflediğini gördük. Kahvaltımız açık büfe olsa da Nezo teyze kalkmaya üşenip Jale’nin tabağında bir miktar bal kaymak aşırdı. Jale yemeğinin önünden alınmasına huysuzlansa da, karşılıklı atışmaları çok eğlenceliydi.


Onyx atölyesi ikinci günün ilk durağıydı. Burada taşlar hakkında bilgi veren tombul amca, gereksiz esprileriyle bizi uyandırmış oldu. Atölyede oyalanıp Hacıbektaş’a doğru yollandık. Burada da yaşlı tur teyzeleri gibi rehberin arkasında dolaştıktan sonra Jale’nin en sevdiği aktiviteye geçtik. Yemek yemek.




Öğle yemeği bizim için bir ziyafetti. Nevşehir’e gidecek olanlar mutlaka Uranos Sarıkaya’da yemek yemeli. Kayadan oyma olan yada bir şekilde o görünüm verilen mekan, doğallığı ve tasarımı ile etkileyiciydi. Meydanın ortasında sanatını icra eden bir kanuni ise mistik havayı arttırıyordu.


Mistik ortamdan çıkıp halı atölyesine girmek bünyede bir şok etkisi yarattı. Havalı havalı halıyı atıp tutan, dolar ve euro’dan konuşan satıcılar bünyemize fazla geldi. Atölyelere, mağazalara yapılan turlar kadar gereksiz bir şey yok.




Neyse ki sonraki durağımız Göreme açık hava müzesiydi. Burası mümkün olduğunca korunmuş bir müze. Mümkün olduğunca derken kiliselerin birçoğunda freskler tahrip edilmiş, hatta bazıları çalınmış.


Nezo teyzem çok normal bir gün geçiriyordu, ta ki tanımadığımız bir kızla konuşmaya başlayana kadar. Sonradan öğrendik ki kızı Burcu’ya benzetmiş ve sorularına cevap alamadığı için de kızı bir miktar haşlamış.





Akşam için bir Türk gecesi organizasyonu olduğu duyuruldu. Pek gitmek istemesem de kızların ısrarı ile gitmeye karar verdik. İyiki de öyle yapmışız. Yedik, içtik, şovları izledik. Buraya kadar anlattığım her şey olağandı. Gecenin sonunda Nezo teyzemin, uzakdoğulu turistler ile gangnam style dansını yapacağını söyleseler pek inandırıcı bulmazdım. Hepsi ve daha fazlası o gece gerçek oldu. Uzakdoğulu bir kızı oldukça sevimli bulan Nezo teyzem, kızın yanaklarına yapıştı ve sanırım sadece bizim adetlerimizde bulunan makas alma hareketi ile kombosunu tamamladı.


Üçüncü gün, dönüş günümüz.


Uçhisar kalesini dışarıdan gezdik ve yer altı şehrine geçtik. Derinkuyu yer altı şehri en beğendiğim yerlerden biriydi. Sığınak ve kaçış yolu olarak kullanılan bu şehir, sekiz kattan oluşuyor. Birçok yerde kaybolacağımı ya da sıkışıp kalacağımı düşünsem de bir şekilde yer altı şehrinden çıkmayı başardım.




Mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri olarak tanıtılsa da Narlı göl benim için pek bir şey ifade etmedi. Göl güzel, manzara güzel, o kadar.




Ihlara vadisine ulaştığımızda büyük bir vadinin içinde bulunmak iyi hissettirdi. Doğa yürüyüşü sevenler için tercih edilmesi gereken bir rota.




Dönüş yolunda Tuz gölüne uğrayıp birkaç fotoğraf çektik. Mevsiminde olmadığımız için o bembeyaz göl manzarasını göremedik.


Kapadokya gezimizden çok keyif aldım. Heryer taş, toprak, kaya. Sonsuzluk ve boşluk beni mutlu etti, teknolojiden ve betondan uzak olmak özellikle. Uzayda bulunmak böyle bir şey olsa gerek.


Son olarak Kapadokya gezisi için yanınıza almanız gerekenleri yazarak yazımı bitireyim; yürüyüş ayakkabısı, yağmurluk ve Nezo teyze.